Güvenlik danışmanı açıkladı! İdlib operasyonu başlıyor…

TSK’nın uzun süredir hazırlık yaptığı İdlib operasyonuna geri sayım başladı. SuperHaber’e konuşan Mete Yarar; “Kargamış’ta, Urfa’da ve Mardin’de sınır hattına yakın yerlerde sahra hastaneleri kurulmak üzere… Bu da aslında operasyonun yaklaştığının da en önemli işaretlerinden bir tanesi.” dedi.ABD Başkanı Donald Trump’ın, Amerikan askerlerinin Suriye’den çekileceğine yönelik açıklaması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük yankı uyandırdı.Ancak, Suriye İç Savaşı’nda,

Dengeleri tamamen değiştireceğine inanılan bu adım henüz sahada bir karşılık bulmadı.ABD askerinin kritik kentlerdeki varlığı sürerken, diğer yandan Suriye’deki PKK/PYD terör örgütü hakimiyetini sonlandırmak amacıyla İdlib’e operasyon düzenlemeye hazırlanan Türkiye’nin diplomasi trafiği devam ediyor.

Rusya, Türkiye ve İran devlet başkanları, 14 Şubat’ta Rusya’nın Soçi kentinde bir araya gelecek. Zirvenin ana gündem maddesini ise İdlib konusu ve Türkiye’nin olası operasyonu oluşturacak.Bölgede yaşanan sıcak gelişmeleri, güvenli bölge çalışmalarını ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili son açıklamalarını ünlü güvenlik uzmanı Mete Yarar ile konuştuk.

Güvenlik danışmanı açıkladı! İdlib operasyonu başlıyor

“Sahra hastaneleri kurulmak üzere”
SuperHaber’e, hazırlıkları devam eden İdlib operasyonu hakkında çok önemli bilgiler veren Yarar, “Kargamış’ta, Urfa’da ve Mardin’de sınır hattına yakın yerlerde sahra hastaneleri kurulmak üzere… Bu da aslında operasyonun yaklaştığının da en önemli işaretlerinden bir tanesi. Muhtemelen bu karar Soçi’deki son toplantıdan sonra nihai anlamda sonuçlandırılabilir diye değerlendiriyorum.” diye konuştu.

Mete Yarar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır’ın Türkiye için büyük tehdit oluşturur hale geldiğine de dikkat çekerek, son yıllarda artan savunma harcamalarının sıcak çatışmaların habercisi olduğunu vurguladı.

İşte Mete Yarar’ın SuperHaber’e yaptığı o önemli açıklamalar;

– Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TRT’ye verdiği son röportajda Suriye kriziyle ilgili önemli mesajlar yer aldı. Cumhurbaşkanı, Suriye’de oluşturulacak olası güvenli bölge için, “Biz koalisyon güçlerine güvenemeyiz.” dedi. Ayrıca, İdlip konusunda diplomasi trafiği de hız kazanıyor. 14 Şubat’ta Soçi zirvesi düzenlenecek, ayrıca Rusya yeni bir 4’lü zirve planlandığını duyurdu. Bu zirvede de ana gündem maddesi İdlib olacak. Toplantının, Almanya ve Fransa’nın da katılımı ile İstanbul’da gerçekleşmesi planlanıyor… Bir tarafta askeri hazırlıklar sürerken, diğer taraftan diplomasi trafiği her geçen gün yoğunlaşıyor. Peki bundan sonra bölge nelere gebe?

Son dönemde yaşananları eğer birbirinden ayrı incelersek çok da fazla anlam ifade etmez. Bütünlük içerisinde bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum ben bu süreçte yaşananlara…

Yani; bölgede Mısır, Birleşik Arap Emirlileri (BAE), Suudi Arabistan ve İsrail’in içinde yer aldığı bloğun gerçekleştirdiği faaliyetler; ABD’nin gerçekleştirdiği faaliyetler ve İran, Türkiye ve Rusya’nın beraber yürüttükleri faaliyetler… Aslında tüm bunları birlikte incelerseniz bir anlam ifade ediyor.

Bizim “Fırat’ın doğusu” diye nitelendirdiğimiz konu, şu anda çok daha büyük bir yere doğru ilerlemiş durumda… Hatta Suriye’nin dışına çıkmış durumda. Biz terörle mücadele kapsamında olaya sadece PKK üzerinden bir okuma yaparken, dünya bölgedeki gelişmelere çok daha geniş pencereden bakıyor… O yüzden de bizim yapacağımız mücadelenin anlaşılması açıkçası yakın bir dönemde pek de mümkün değil.

“Onlar bizim gibi okuma yapmıyorlar”
Çünkü onlar bizim gibi bir okuma yapmıyorlar, yani PKK/PYD üzerinden okuma yapmıyorlar.

İsrail kendi güvenliği üzerinden okuma yapıyor; Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ise bölgede Türkiye’nin etkinliğini azaltmaya ve Doğu Akdeniz’deki petrol meselesi üzerinden de masaya getirmeye çalışıyor.

O yüzden bizim güvenli bölge için atacağımız adımların arkasından bu sorunlar bitmeyecek. Soruna “Fırat’ın doğusu”ndan biraz daha yukarıdan bir perspektiften bakmak lazım.

Türkiye’nin bölgede bir güvenli bölge operasyonu yapmaktaki en büyük kazancı şu olacak; kendisiyle ilgili potansiyel tehdit oluşturan bir örgütü sınırlarından uzaklaştırmış olmasını ve Türkiye’de yaşayan belki 600-700 bin Suriyeli mültecinin kendi ülkesine dönebilmesini sağlayacak. Bu yapılan şey aslında Türkiye’nin bölgedeki sorunlarının tamamını çözmeyecek. Çünkü Suriye konusu, Suriye’yi aşalı nerdeyse 5 sene oldu! Bu bir..

İki; peki yakın dönemde ne olacak, Türkiye güvenli bölgeyi müttefikleri ile kurabilir mi? Bence kuramaz. Çünkü önümüzde, geçmişte yaşanmış olan “Çekiç Güç” gibi bir soru var.

Yıllar öncesinde, özellikle 2000’li yılların ortasına doğru Türkiye’deki Genelkurmay Başkanları’nın tamamının savunduğu bir tez var, “PKK terör örgütünün ortadan kaldırılamamasının sebebi, en büyük hatamız, Çekiç Güç’ün devam etmesine imkan sağlamaktı” demişlerdir. O gün yaşanan süreç, bugün PKK gibi bir terör örgütünün yaşaması için bir hayat damarı oluşturdu.

O gün yaklaşık 110 km’lik bir alandan bahsediyorduk, bugün ise bahsettiğimiz yaklaşık 500 km’lik bir alan. Bu tecrübeyi Suriye’ye getirdiğinizde Türkiye’nin güvenli bölge konusunda, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da söylediği gibi, kendisinden başka bir gruba güvenmesi söz konusu değil. Çünkü herkesin başka bir ajandası var ve bu ajanda maalesef Türkiye’nin bekasını tehdit edecek boyutta.

“Tampon bölge”
Adını “güvenli bölge” koymadan, adını “tampon bölge” koyarak veya başka bir şekilde nitelendirerek Türkiye’nin bu sorunu partnerleriyle görüşerek ama tek başına icra etmesi lazım. Sorunun başka hiçbir çözüm yöntemi yok.

Çünkü yaşanan ve alternatif olarak öne sürülen süreçlerin tamamı Türkiye’yi potansiyel anlamda önümüzdeki dönemde etkileyecek. Türkiye bu operasyonu bir müddet daha geciktirirse, karşımızda Suudi Arabistan, BAE, Mısır’dan oluşan karma gücü buluruz! Veya onların maddi olarak desteklemiş olduğu, ABD’li güvenlik şirketi Akademia’nın (Eski adıyla Blackwater) çalışanlarından oluşan bir paralı asker grubuyla karşı karşıya gelebiliriz.

O zaman sorun PKK’nın ötesinde ikinci bir boyut daha kazanmış olur. Ama gördüğüm kadarıyla hem Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları, hem Savunma Bakanı’nın açıklamaları ve yaşananlara baktığımda operasyonun çok da uzak olmadığını söyleyebiliriz.

Bunun en büyük işaretlerinde bir tanesi bölgede askeri anlamda, yaralılara müdahale edilebilecek olan sahra hastanelerinin 3 noktada kurulmasıdır.

Biliyorsunuz; Kargamış’ta, Urfa’da ve Mardin’de sınır hattına yakın yerlerde sahra hastaneleri kurulmak üzere… Bu da aslında operasyonun yaklaştığının da en önemli işaretlerinden bir tanesi. Muhtemelen bu karar Soçi’deki son toplantıdan sonra nihai anlamda sonuçlandırılabilir diye değerlendiriyorum.

ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘çekilme’ açıklaması henüz sahada etkisini göstermedi. Şu an için Amerikan askerlerinin çekildiğini söyleyemeyiz. Başından beri ABD’nin Suriye konusunda Türkiye’yi oyalama stratejisi izlediği biliniyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaman zaman bu görüşü dile getiriyordu. Trump’ın “çekiliyoruz” açıklaması da bir oyalama stratejisi midir, siz Amerikan askerlerinin Suriye’den çekileceğine inanıyor musunuz?

Amerika, kendi adına ve kendi çıkarları için savaşacak bir gücü bölgede ikâme etmediği sürece bölgeden çekilmez. İşte o yüzden demin söylediğim; Suudi Arabistan, BAE ve Mısır endeksli veya onların maddi olarak finanse ettiği, desteklediği bir özel askeri şirket tarafından örgütlenmiş bir yapıyı yerlerine koymadığı sürece ben çekileceklerini değerlendirmiyorum.

Çok uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’nin Münbiç örneği ortada… Sayın Cumhurbaşkanı sıklıkla ifade ediyor, diyor ki; “El Bab süreci içerisinde Münbiç’ten çekileceklerini o dönemin Obama’sı kaç defa garanti etmişti, bırakın Obama’yı, yerine Trump geldi neredeyse iki senesi bitti, iki sene içerisinde Münbiç’te geriye atılmış bir adım yok.”…

Bu süreci hızlandıracak tek bir şey var, müttefikleriniz ile veya iş birliği yaptıklarınızla masaya oturursunuz adını koyarsınız ve bunun koordinasyonun yaparsınız. Uyanlar olur, uymayanlar olur, Türkiye tek taraflı olarak icra kısmına geçebilir, aynı Afrin’de olduğu gibi, aynı El Bab operasyonunda olduğu gibi. Benim gördüğüm tablo Türkiye süreci, diplomatik anlamda sonuna kadar götürüyor, askeri anlamda da ilerliyor. Ama nihai aşamaya gelindiğinde tek başına bu işi icra edecek gibi görünüyor.

BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’dan olaşan bir askeri gücün bölgede Türkiye’nin karşısında konumlandırılabileceğinden bahsediyorsunuz…
Bunun işaretleri çok kuvvetli şekilde var. Yakın bir zamanda, üç gün önce BAE’nin dışişleri bakanı bir açıklama yaptı, “Bölgedeki önceliklerimiz arasında, Kürtlerin korunması var” dedi. Özellikle “Kuzey Suriye’deki Kürtlerin koruması” dedi, onlar öyle tabir ediyor… Bugüne kadar BAE’den bu şekilde bir beyanat duymuş muydunuz, duyamazsınız…

Suudi Arabistan şu an PYD’ye aylık 100 milyon dolar civarında yardım gönderiyor. Bu paralar o kadar ufak rakamlar değil. Bir terör örgütü için devasa rakamlardan bahsediyoruz.

Bugün konuşulanların hiçbirisinin söylenti olduğunu düşünmüyorum. Artık söylentinin ötesine geçmiş maddi, manevi, hatta fiziki birçok bağlantı işin ucunun buraya uzandığını gösteriyor.

Bugün çok enteresan bir ziyaret gerçekleşiyor BAE’ne…
Evet, Papa BAE’ne gitti ve ziyaretin çerçevesi “Dinler Arası Diyalog”!

FETÖ kapsamında biz bu “Dinler Arası Diyalog” tabirine aşinayız, ne diyebilirsiniz bununla ilgili, siz nasıl görüyorusunuz bu ziyareti?

Şöyle söyleyeyim, çok ilginçtir, Doğu Akdeniz’deki kapışma başladığından itibaren, Türkiye’nin de içinde yer aldığı bu enerji paylaşımıyla ilgili tartışmalar gündeme geldiğinden itibaren Avrupa ile Orta Doğu birbirine çok yakınlaştı.

Çünkü Rusya’nın sıkıştırılabilmesi için, Rusya’nın Avrupa’ya verdiği gazın kesilmesi gerekiyor. Bu gazın gelebileceği tek bir alternatif güzergâh var, o da Doğu Akdeniz üzerinden Yunanistan üzerinden aktarılmaya çalışılan büyük proje… Bu proje bugüne kadar Rusya’yı sıkıştırmak adına yapılan en önemli proje. O yüzden de bu konuşmaların ve görüşmelerin tamamını, bir kez daha söylüyorum yalnızca “dinler arası diyalog” değil, aynı zamanda Rusya’nın tek taraflı, blok olarak sıkıştırılması şeklinde yorumlayabiliriz.

Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi, hani diyebilirsiniz ki, “Enerji savaşlarıyla dinlerin ne alakası var? Ülkelerin paylaşımı ile dinlerin ne alakası var?”…

İşte en yakın örneklerinden bir tanesi Ukrayna Kilisesi nereden ayrıldı? Rusya Kilisesi’nden ayrıldı, Fener Rum Patrikhanesine bağlandı. O zaman tüm bu süreçlerin içerisinde dinsel faktörleri dışarıda tutmak çok doğru değil.

Yine yakın dönemde yaşadığımız örneklerden bir tanesi Venezuela’da Maduro’nun devrilmesi sürecinde katolik kilisesinin yer aldığına yönelik çok önemli açıklamalar yapıldı. O zaman bu işin politika kısmından, enerji kısmından dini ayırmak çok da akla uygun gelmiyor.

“NATO Rusya sınırına yığınak yaptı”
Resme biraz daha uzaktan bakınca; siyaset, ekonomi, din iç içe geçti… Büyük bir güç savaşı var dünyada, peki bu gerilimin sıcak savaşa evrilme ihtimali çok mu uzak? Gerçekten böyle bir savaş bekliyor mu bizi kısa vadede…

Birkaç işareti var bunun. Bir tanesi ABD’nin 2008’deki konseptini bundan yaklaşık 6 ay önce değiştirmiş olması. “Dünyada bir daha konvansiyonel savaş olamayacak, bundan sonraki bütün savaşlar gayrı nizami savaş şeklinde olacak” diyen Amerika şimdi statüyü değiştirerek yeniden “Bundan sonra dünyada konvansiyonel savaş olabilir” noktasına geldi.

İkincisi, ilk defa ABD ve NATO, Rusya sınırına 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük yığınaklanmasını yaptı.

Üçüncüsü, kısa ve orta menzilli balistik füzeler ile ilgili antlaşmadan önce Amerika, sonra da Rusya çekildi.

Dördüncüsü de belki hepimizi ilgilendiren fonksiyonlardan bir tanesi, dünyadaki silah satışı ve ülkelerin silah alma kapasiteleri anormal şekilde arttı. Bu 4 işaret açıkçası yakın bir dönemde sıcak bir çatışmanın yaşanabileceğinin en büyük göstergelerinden…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir