Padişahın kızı Sabihe Sultan ile evlenmek istemişti. Sabiha Sultan ona varmamış…!

Mustafa Kemal Paşa, Sultan Mehmed Vahidüddin Han’ın yaveriyken Padişahın kızı Sabihe Sultan ile evlenmek istemişti. Sabiha Sultan ona varmamış, bilâhare son halife olan Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi’ye varmıştı. Mim Kemal Paşa saraya Damad-ı Şehriyarî olsaydı acaba tarih nasıl olurdu? 1923’te cumhuriyet kurulduğu zaman anayasanın ikinci maddesi şöyle idi: “Devletin dini, Din-i İslâmdır.”
Cumhuriyet kurulduğunda İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda, Osmanlı hanedanından Abdülmecid bin Abdülaziz Han Hâlife-i Müslimîn olarak oturuyor, her hafta Cuma günleri selamlık resm-i âlisi ile namaza gidiyordu.

Mustafa Kemal Paşa, 1919’da Padişahın yâveri sıfatıyla vazifeli olarak Samsun’a çıktıktan sonra, yıllarca İstanbul’a dönememişti. Çünkü İstanbul ona muhalifti.
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldığında Meclis başkanlığı seçimini Mustafa Kemal Paşa 1 oy farkla kazanmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, Lâtife Hanım’la Şeriat hukukuna göre, bugünkü deyimle imam nikahıyla evlenmişti. O tarihte Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye yürürlükteydi.
Osmanlılar zamanında Türkçe Cuma hutbesi okunmazdı. Bu bid’at cumhuriyet devrinde çıkartılmıştır. Hatta Adana uleması buna itiraz etmiştir.


Osmanlılar kadınları idam etmezlerdi. Hele inançlarından, fikir ve görüşlerinden dolayı kadına el kaldırılmaz, ceza verilmezdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstiklâl Mahkemesi kararıyla, bohçacılık yapan, Şalcı Bacı adında bir kadıncağız idam edilmiştir. Mahkemenin reisi Çetin Altan’ın dedesiymiş.

Mustafa Kemal, henüz küçük rütbeli bir Osmanlı subayı iken 1911’de İtalyanların Trablusgarb’a saldırması üzerine karayoluyla Libya’ya gitmiş, yolda Kudüs’te bir Yahudi otelinde kalmış, lobide bir masada otururken bitişik masadaki Yahudilerle merhabalaşıp konuşmuş, onlara “Çocukluğumda Şe… Yi… duasını okumadan uyumazdım.” demiştir. Bu konudan bahseden İbranice eserin ismi İm Shahar Atzmautenu. (Yazarı İttamar Ben-Avi, 1961 baskısı, Tel-Aviv)

Sultan Vahidüddin Padişah ve Hâlife sıfatıyla İstanbul’u terk ettikten sonra, Ankara Büyük Millet Meclisi onun yerine veliaht Abdülmecid Efendi’yi sadece Halîfe olarak nasb ve tayin etmişti. Sultan Vahidüddin San Remo’da sürgündeyken halîfelikten vazgeçmemiş, 1926’da ölümüne kadar iki halîfe olmuştur. Onun vefatından sonra, 1944’te Halîfe Abdülmecid Paris’te sürgünde vefat etmiş ve o tarihten sonra İslâm âleminin bir halîfesi olmamıştır.
1938’de Mustafa Kemal Paşa vefat edince hilâfet ve saltanat taraftarları Mısır’da yaşayan Şehzade Ömer Faruk Efendi’yi tekrar tahta çıkartmak istemişlerse de bunu kuvveden fiile çıkartamamışlardır.

Hilâfetin ilgâsıyla ilgili (Meclis’te kabul tarihi: 3 Mart 1924) kanunun birinci maddesi şöyledir: “Halife hal’ edilmiştir. Hilafet , hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.” Yani şu anda İslâm Hilâfeti Millet Meclisi’nin tüzel kişiliğinde mevcut ve saklı bulunmaktadır.
Merhum Şehit Adnan Menderes, iktidarının son yıllarında Büyük Millet Meclisi Demokrat Parti Meclis grubunda milletvekillerine hitâben: “Arkadaşlar, millet size vekâlet vermiştir. Arzu ederseniz hilâfeti bile geri getirebilirsiniz.” demiştir. Bu cümle onun idamına sebep olmuştur.

Türkiye tarihinin son üç buçuk asırlık bölümünün belki de en önemli ve en etkili şahsiyeti İzmirli Haham ve sahte Mesih Sabetay Sevi’dir. Bu zât hakkında müzeler, arşivler, ilmî araştırma enstitüleri kurulması gerekir. Bugünkü rejimin manevi mimarları içinde yer alan S. Sevi’nin gerektiği gibi tanınmaması kültürümüz için büyük bir noksan ve ayıptır.
İzmirli Latife Hanım, Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa ile evlenince, seyahatlerde halkın arasına çıktığında ve resmî törenlerde şer’î tesettüre uyuyor, başını sımsıkı örtüyor, saçının bir telini bile nâmahrem erkeklere göstermiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İzmir’e yolculuk yapmış, Balıkesir’de öğle namazı kılmak için Zavanos Paşa Camii’ne gitmiş ve minbere çıkarak bir hutbe irâd etmiştir.


1915 ile 1918 yılları arasında Doğu Anadolu’da hayli Ermeni ve Türk öldürülmüştü. Mütarekeden sonra başta Amerikalı misyonerler olmak üzere Hıristiyanlar, Ermeni yetimlerini toplayıp götürmüşlerdi. Şark fâtihi Kâzım Karabekir Paşa, Müslüman yetimleri toplamış, kurtarmış, bakmış, okutmuştur. Müslüman yetimiyle Ermeni yetimi arasındaki ayrım, sünnetli olup olmamalarına göre yapılıyordu. Lâkin henüz sünnet olmamış Müslüman çocuklar da vardı, bu arada bazı Ermeni küçük yetimler de Müslüman çocukların arasına karışmıştı. Zaten Doğu Anadolu Ermenilerinin dili Türkçe’ydi. Bu Ermeni yetimlerinden bazıları öğretmen, bürokrat, subay olarak intikamlarını ileride feci şekilde alacaklardır.
(Mehmet Şevket Eygi, 2011

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir