Fikriye hanım nasıl öldürüldü? Fikriye hanımın hatıraları neden açıklanmıyor..?

Kanal A’da yayınlanan ve Sadık Yalsızuçanlar’ın sunduğu Resmi Tarihten Gerçek Tarihe” adlı programın daimi konuğu Araştırmacı Yazar Said Alpsoy, cumhuriyet tarihine ilişkin bilinen resmi tarih anlayışını alt üst eden açıklamalarda bulundu.

Fikriye’nin kim olduğunu, nasıl ve ne için öldürüldüğünü, anılarının neden açıklanmadığını ve Avrupa’ya verem tedavisi için değil ‘kürtaj’ için gittiğini anlatan Alpsoy şöyle konuştu:

Fikriye kimdir?

Fikriye Hanım Atatürk’ün metresidir. Atatürk’ün üvey babası Ragıp Efendi, Fikriye’nin dayısıdır. Dolayısıyla, Atatürk’ün ilk gençlik yıllarından beri birbirleri ile tanışıyorlar. Muhtemelen, Fikriye Atatürk’ten altı yaş büyüktür. Fikriye, Atatürk’ün evine sürekli girip çıkıyordu. Atatürk yakı9şıklıydı. O’na aşık olması için şartlar uygundu ve nitekim de öyle oldu. Atatürk’ün annesi ve kardeşi Makbule Hanım bu durumu fark ettiklerine şiddetli tepki gösterdiler. Çünkü Fikriye’yi Atatürk’e layık görmediler.

Sonuçta Atatürk paşa adayı birisiydi. Onun için layık görmediler. Daha batılılaşmış elite mensup bir hanım adayı istediler. Zaten Atatürk’ün de gerçek nikahlı eşinde aradığı özellikleri bunlardı. Onun için hiçbir zaman Fikriye’yi eşi olabilecek bir kadın olarak görmedi.

Peki Atatürk’ün gözünde Fikriye neredeydi?

Peki Atatürk’ün gözünde Fikriye neredeydi? Bu noktada Atatürk biyografisi yabancı yazarlarından olan Lord Kınross’un meşhur ‘Atatürk’ kitabından aynen bir alıntı nakledeyim:

” O (Fikriye) isteklerini bir zaman için karşılamış olan bir kadındı, o kadar. O yüzden metres dedik” Atatürk’ün duygusal değil cinsel tutkusu vardı. Fikriye’nin trajedisi baştan başladı. Fikriye bunu hissediyor ama ölünceye kadar daha doğrusu öldürülünceye kadar itiraf edemiyor. Metres sıfatının en eski dönemi Mütareke Dönemi’nde başlar. 1918 Kasım’ı ile 1919 Mayıs’ı arasında Atatürk ile Fikriye arasındaki ilişki metres ilişkisi haline döndü. Daha önce olmadıysa bile…

“Mustafa Kemal ile evlenmeye gidiyorum” dedi

Atatürk Şişli’de Fikriye için bir garsoniyer tutuyor ve orada Fikriye ile beraber oluyor. Atatürk’ün o dönemde üç evi vardı. 1920 başlarında Fikriye de tek başına İnebolu üzerinden Ankara’ya geliyor, paşasının yanına. İnebolu’dan Ankara’ya tek başına bir kadının gelmesi, hemen hemen bir çılgınlıktır. İstiklal Harbi var çünkü. Ama Fikriye, Atatürk’e iliklerine kadar aşık bir insan. Kastamonulu Mecidi Bey’e ise; “Mustafa Kemal ile Ankara’ya evlenmeye gidiyorum. Annesi ve kız kardeşinin şerlerinden kurtuldum” diyor.

Fikriye ve Atatürk’ün ailesi ile ilişkisi

Makbule Hanım’a bir gün Çankaya’da Fikriye; “Abla senin kadehine de rakı koyayım mı?” diyor. Makbule’nin yeni evli olduğu eşi de sofrada. Kızılca kıyamet kopuyor. “Vay sen bana ne demek istiyorsun? Eşimin yanında bana rakı içmeyi teklif ediyorsun” gibi bir şeyle söylüyor. Fikriye, Makbule Hanım ve Zübeyde Hanım arasında sürekli bir didişme var. Onu gelin olarak kabul etmiyorlar. Zaten Atatürk’ün de öyle bir niyeti yok.

Atatürk Latife Hanım’ı gökte ararken yerde buldu

İstiklal Harbi bitti. Bitinceye kadar Fikriye, Atatürk’ün metresi ve gayri resmi olarak Çankaya’nın da ev sahibesi. Fakat harp biter bitmez, Atatürk’ün akılında yapılacak olanlardan bir tanesi, toplumu batılı toplum biçimine dönüştürmekti. Örnek aile modelini de kendi üzerinde vermek istiyordu. Kendisi dört dörtlük batılılaşmış bir hanımla evlenerek, geleceğin ideal ailesinin nasıl olması gerektiğine dair uygulamalı olarak göstermek istedi. Bu amaca gökte ararken yerde buldum cinsinden İzmir’in Kurtuluşu’nda zaten Latife Hanım ile tanışmış ve onda da tam aradığı özellikleri buldu. Ekim’de geri döndü. Bu arada Fikriye Hanım verem ve ilk safhalarında, ölümcül değil. Fikriye Hanım zaten gerçek eş değerinde değildi. Yeni ideal eş de bulununca onun tedavisi bahanesi ile Avrupa’ya gönderilip uzaklaştırılıyor. Önce Paris’e gönderildi. Fikriye Hanım kendisinin yerine birisinin bulunduğunu anladı. Gitmemek için ayak diredi. Atatürk onu yumuşak bir dille kandırdı ve kandırmanın bir parçası olarak ona 3 bin lira nakit para veriliyor. Bu çok muazzam bir para. O zamanlarda orta dereceli bir memurun aylığı 20-25 liraydı. Atatürk; “Paris’te git gardırobunu yenile önce diyor”. Fikriye de kanıyor.

Atatürk en güvendiği yaverlerden birini Mahmut Soydan’ı ona veriyor. Fikriye Hanım önce Paris’e gitti, gardırobunu yeniledi. Oradan da Münih’e geçti ve yatılı olarak tedavi aldı. Soydan tabi Türkiye’ye geri döndü.Bu olaya 1922 Kasım’ında oldu. O arada da 1923 Ocak sonunda Atatürk Latife Hanım ile evleniyor. Fikriye bunu gazeteden öğrenip şok geçiriyor. Sanatoryum doktorlarını çiğneyerek kendi iradesi ile Türkiye’ye geri dönüyor.

Fikriye, kürtaj için Atatürk tarafından Avrupa’ya gönderildi

Bu arada Fikriye Hanım’ın Amerika’da ikamet eden Abbas Hayri Özdinçer isminde bir yeğeni var. Yeğeninin ifadesine göre; “Benim halam verem tedavisi görmek için değil, kürtaj olmak için Avrupa’ya gitti”.

Fikriye’yi kovmamız mı lazım?

Sonra dumanı tepesinde Fikriye Hanım İstanbul’a geri dönüyor. Atatürk de olacakları tahmin ettiği için herkese vali dahil olmak üzere haber salmış. Fikriye gelir gelmez polis tarafından ‘Gazi’nin kesin emri ile’ denilerek önü kesiliyor. “Ankara’ya gelişin yasak, İstanbul’da ikametin de yasak.” Bazı şeyleri anlatmaması için göz önünde olması istenmiyordu. Gelibolu’daki yakın akrabasının yanına Atatürk tarafından sürgün ediliyor. 1924 Nisan sonuna kadar orada kalıyor. Oradan kaçıyor ve Çankaya Köşk’üne geliyor. İlk gece Latife Hanım tarafından iyi ağırlanıyor. Fikriye misafirliği üçüncü gönünde Latife Hanım cıngar çıkarıyor. Fikriye’nin odasının önünde emir çavuşuna bağırıyor. “Bu Hanım hala misafirlikte ısrar mı ediyor? Kovmamız mı gerekiyor?” diyor filan. Fikriye duyuyor, ağlıyor ve Köşk’ü terk ediyor. Bir iki hafta sonra tekrar geliyor.

1924 Mayıs ayı sonunda Köşk’e tekrar geldiğinde de asıl Fikriye tarihsel kişiliğinin tarih konusu olarak bahsi geçen ve zihinlerde çağrışım hasıl eden olay Fikriye’nin ölümüne gelmiş oluyor.
Fikriye nasıl öldü veya nasıl öldürüldü?

Atatürk yemeklerini yemişler ve yaz uykusuna yatmışlar. Aşağıda Fikriye’yi tanıyan yaverler var ama başyaver değişmiş. Rusuhi Bey. Türkiye’de derin devletin ilk kurucusudur kendisi. Geçen haftalarda bununla ilgili açıklamalar yapmıştım.

Yukarıya haber veriliyor. Yukarıdan da kesinlikle üst kata gönderilmemesi ve Köşk’ten uzaklaştırılması emri geliyor. Rusuhi Bey de bunu münasip şekilde Fikriye Hanım’a ifade etmeye çalışıyor. Fikriye ısrar ediyor. Öteki de ısrar ediyor. Fikriye ümidini kaybediyor.

Resmi tarih anlayışında Kılıç Ali’nin hatırlarına bakıldığında Fikriye Hanım kadınlar tuvaletine giriyor ve orada uzun süre kalıyor. Kılıç Ali güvenilir bir kaynak değildir. Onun anlatımına göre tuvalette uzun kalınca şüphe çekti. Rusuhi Bey tuvaletin kapı aralığından dikizledi Fikriye’yi. Dikizlerken aynadan Fikriye’nin çantasındaki tabancaları gördü. İki tane vardı diyor. Halbuki bir tane vardı. Bunun üzerine ürktü ve adeta ite kaka Fikriye’yi köşkten uzaklaştırdı. O da faytonla Çankaya Köşk’ünden Ankara’ya doğru inerken kendisini vurdu. Ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede öldü.

Fikriye’nin gerçek ölüm sebebi…

Görgü tanıklarının ifadesine göre kurşun yarası elbisenin arkasındaydı. Biz Fikriye Hanım’ın ölüm sebebinin resmi tarihte anlatılma şeklinin baştan aşağıya yalan olduğu kanaatindeyiz. Doğrusuna geldiğimiz vakit, Doktor Rızanur’un hatıratına bakmamız lazım. Rızanur kuvvetli Atatürk muhalefetidir ama güvenilir bir kalemdir. Bunun güvenirliliğini garanti altına almak için de şunu söylemek yeterlidir; gençliğinde hissettiği pasif homo seksüel eğilimleri bile hatıratlarında yazmıştır.

Onun anlatımına göre Fikriye’nin ölümü.

Fikriye: “Aman beni vurdular! Can kurtaran yok mu?”

“Bir havadis. Fikriye Hanım intihar etmiş. Sebebi de Çankaya’ya gitmiş, kabul edilmemiş kederinden intihar etmiş”. Bu resmi tarihin özeti. “Gazi evlenince bu metresini para vererek Avrupa’ya yollamış. Kadın gezmiş gelmiş. Latife bir isim olarak bu kadını çekemiyor. Tabi… Bizim oturduğumuz Leblebici Mahallesi’nde yerlilerden bir komşumuz var. Bizim hanımla iyi ahbaplar. Bizim hanıma hikaye etti. Bir tabanca patladı, pencereye koştuk bir kadın sesi. Aman beni vurdular! Can kurtaran yok mu? diye feryat ediyor. Sesi biraz sonra kesildi. Demek Fikriye intihar etmedi, vurdular. Bunu ya Mustafa Kemal ya Latife vurdurdu. Mantık böyle. Fakat Latife böyle cinayete cesaret etsin zannetmem. Her ne suretle olursa olsun bu kadar metresliğini eden Fikriye de Gazi’nin cinayetleri listesine girdi. Tuhafı şu ki; mahkeme bu işi aramadı, geçti gitti. Adliye yeniden Fikriye’yi oraya getiren arabacıyı bulup keza komşulardan tahkikat yapmıyor.”

Fikriye Hanım’ın hatıraları neden açıklanmıyor?

Salih Bozok diyor ki; “Atatürk ile Latife Hanım büyük kavga etti. ‘Sus kadın vururum dedi’. Latife Hanım da ‘Beni de Fikriye gibi öldürtür müsün? dedi’ .”

Abbas Hayri Özdinçer, Fikriye’nin Amerika’daki yeğeni; kendisi ile yapılmış olan bir röportajda aynen kendi ağzıyla bunları diyor: ” Fikriye Hanım’ın anılarının bir kısmı elimizde. Fakat devletin bütünlüğüne zarar vermemek için açıklamıyoruz.” Yorum yok.

Konu bizim yakın tarihimiz ve kurcu liderimiz olunca yüzlerce sene Rusya ve Almanya’nın gerisindeyiz. Stalin ve Hitler’in açıklanmayan hiçbir şeyi kalmadı. 5816 sayılı kanun nedeniyle.

‘Alçaklar, katiller beni vurdular!’

Fikriye Hanım öldükten sonra ağabeyi Ali Enver Bey’in bile hastaneye gitmesine polis müsaade etmiyor. O ağabeyin daha önceden Ankara’da iş yaptığı birisi devreye girince başka bir kazazedeyi görmek için hastaneye giriyor ve şu bilgiye vakıf oluyor. Çoban Hüseyin Polatlı’da tren kazasında yaralanan kazazedeydi. Onu görmek için girdi. Çoban Hüseyin’in anlatımına göre; “O gece bir avrat getirdiler. Sabaha kadar avaz avaz ‘Alçaklar, katiller beni vurdular!’ diye bağırdı.” Ağabeyine bunu anlattı. Otopsi raporu isteyen ağabeyine rapor verilmiyor. Cenazesini teslim almak istiyor. Devlet Fikriye Hanım’ın cenazesini vermiyor. Ulus’ta bir yere gömülüyor. Şu anda bankaların genel merkezlerinin olduğu yer. Bu intiharsa tüm bunlar ne için? Devletin her şeyi açık götürmesi gerekirdi.

Atatürk o kadını zorla öpmek istedi

Tarihselliğinden emin olamasak da bir anekdot var. Mevhibe İnönü ile ilgili. İsmet İnönü’ün karısı. Atatürk ileri derecede bir partide sarhoş. Mevhibe Hanım Atatürk’ün sofrasından uzak kalmaya çalışırdı. Oradaki rezilliklere şahit hatta obje olmamak için. Atatürk içkinden kendinden geçmiş vaziyette, baloda Mevhibe Hanım’ı yanaklarından öpmek istiyor. Mevhibe Hanım da Osmanlı terbiyesi almış bir hanımefendi. O dehşete düşere, “Aman Paşam ne diyorsunuz!” filan diyor. Bunu Fransız Büyükelçisi’nin kızına da yaptı, diplomatik skandal oluştu. Neyse, Mevhibe Hanım’a ısrar ediyor. İnönü’nün durumunu düşünün. İsmet Paşa kızararak, “Canım ne olur kardeşin olarak öpüver” diyor ve çıkış formülü buluyor. Bu sefer Atatürk ‘kardeşin ‘ kelimesine takılıyor ve “Kardeşin olarak” değil diyor ve öpüyor. Mevhibe Hanım da ağlayarak çıkıyor.

KANALAHABER.COM/ÖZEL İÇERİK

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir